Efendimiz kırk yaşına yaklaşıyordu. Aklı, gönlü ve kalbi ile yerleşik Mekke düzenine karşı muhalefet içerisindeydi. Ama kifayetsizdi. Yanlışı görüyor, doğruyu bilemiyordu. Ayrıca hedefi basit bir ‘sosyal-sistem' değişimi değildi. İnsanın iç-dünyasından peydahlanan “putlar” vasıtasıyla oluşmuş “sosyal- gerçeklik” halinin, hayata yansıyan bütün izlerinin silinmesini arzuluyordu. Bunun için önce ruhların değişmesi elzemdi. Hudgson bu durumu şöyle ifade eder: “...hakka bağlılık ve arınmışlık içinde ciddi bir hayat yaşamanın nasıl mümkün olabileceği sorusuyla meşgul olmaya başlamış” tı. (M.G.S. Hudgson. İslâm'ın serüven. İz Yayıncılık. 1995. Cilt1. Sf:97)

En kısa ifadesiyle Efendimiz Hıra Mağarasında, uzlete çekilerek farkında olmadan Vahye doğru uzanıyordu. Mevdudi, bu uzletin inşirah suresinde anlatıldığını kaydeder.((Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber. Pınar. 1984. Cilt 2. Sf: 108)

Biz senin için göğsünü açıp-genişletmedik mi? Ve yükünü indirip atmadık mı? Ki O senin belini bükmüştü.(İnşirah.1-3)

Peygamberin belini bükecek kadar onu rahatsız eden ve Allah tarafından indirilip atılacak olan o yük ne idi?

Bu konuda Fahrûddîn Er-Râzî şöyle der:

Buradaki vizr(yük) ile ve “ağır gelme” ile Hz. Peygamber(s.s)'in peygamberlik öncesi hayreti kastedilmiştir. Çünkü O, o mükemmel aklıyla, Allah Teâlâ'nın kendisi üzerindeki o büyük nimetleri, yani kendisinin yokluktan varlığa çıkarılışını, hayat, akıl ve çeşitli nimetler verişini görünce, Allah'ın bu nimetleri Hz. Peygamber (s.a.s) üzerinde öylesine bir ağırlık oluşturuyordu ki, neredeyse bu inancından ötürü onun belini kıracaktı. Çünkü Hz. Peygamber(s.a.s) Allah'ın üzerindeki nimetlerinin kesintiye uğramadan devam ettiğini görüyor, ama (bunlara karşılık) Rabbisine nasıl itaat edeceğini bilemiyordu” (Tefsîr-i Kebîr Cilt 23. Sf: 234)

Bu izahta Hz. Muhammed'in risalet öncesi yaşadığı “hayret” makamı dile getirilmiştir. Kendisini, varlığı ve evreni sorgulamaktadır. Varlığının başka bir Varlığa borçlu olduğunu, dahası varlığının devamının da yine bu Varlık tarafından bahşedilen lütuf ile olacağının bilincindedir. Keza aynı şekilde mevcudatın da varlığının ve varlığının devamının bir irade vasıtasıyla olduğunun farkındadır. Lakin bu konuda tedavüldeki izahat O'nun ruhunu tatmin etmemektedir. İnsanlar hayatlarının anlamı ile ilgili ya bilinçli bir seçim yaparlar yahut bu külfete girmez, toplum içerisinde geçerli olan anlam kalıplarına sarılırlar. Böylece rahat eder ve “vizr” ağır yük belasından kendilerini uzaklaştırmış olurlar.

Zira O Hira mağarasına kadar aklı ile gelmişti. Fakat bir farkla! Oluşmuş akıl ile değil, akli melekesini toplumsal aklın tasallutundan koruyarak.

Mekke'nin hali de yürekler acısı idi. Zulüm, ahlaksızlık, zayıfların ezilmesi, insanların taştan ve tahtadan yapılmış putların önünde saygı ile eğilmeleri, bütün bunlar O'nun vicdanını muazzep ediyordu. Allah'ın birliği temeli üzerine kurulmuş olan Kâbe'de 360 put yerleştirilmek suretiyle panteon(çok tanrı inancına dayanan tapınak) haline getirilmişti(Prof. Dr. Muhammad Hamidullah. İslam Peygamberi. Cilt 1 Sf:71.İrfan. 1991)Kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor, kabileler kabilelere saldırıyor ve kan davası bazen yıllarca süren çatışmalara sebebiyet veriyordu. Kimsenin canı, malı ve namusu emniyet içinde değildi. Herkes kudret ve kuvvetin dilini anlıyordu. (Mevdudi. Sf:108) Hz. Muhammed bu yaşananları görüyor ve göğsü daralıyordu. Hilfu'l- Füdûl hareketi Mekke'nin zulmü karşısında çare olmaktan çok uzaktı.

Efendimizi inzivaya çeken sebepleri şu şekilde sıralamanın mümkün olduğunu düşünüyorum.

  1. Toplum içerisinde hâkim olan zulüm ve ahlaksızlık karşısında “Adalet”arayışı.
  2. Mekke'nin ortasına dikili olan taştan, tahtadan yahut helvadan imal edilmiş putların varlığı ve insanların Allah'ı bırakıp bu putlara(nefsi arzularına) göre hayatı tanzim etmesi,
  3. Bütün bunların alt yapısını oluşturan “kendisi”, “mevcudat” ve “hayat” hakkında sorgulayıcı tefekkür ile suallerine cevap araması.

Esasına bakılacak olursa “Hira” dönemi bütün yüce ruhlu insanların

hayatlarında geçirdikleri bir evredir. Yalnız kalmak, düşünmek, ruhi bir sükûnete erişebilmek... Eğer bir kişi insanlığın gidişatı hakkında manevi bir ıstırap duyuyorsa, inzivaya çekilir. Bu, bu duyarlıktaki insanların yaşadıkları topluma yabancılaşmaları halidir. Yalnız kalmak ihtiyacı hisseder ve yalnız kaldıkça iç dünyasının zenginliklerini keşfeder. Bu insanların kimileri yalnızlıklarında kaybolur giderlerken, kimileri de geri dönerler.

Hz. Muhammed'in Hira dönemi dünyadan el etek çekmek, inzivayı hayat tarzı haline getirmek için değildi. O toplumdan kopmayı hedeflemedi, ruhen ve zihnen daha güçlü bir şekilde katılmak için, zihinsel arınma ve tefekküre ihtiyaç duydu.